İnsanlar pek çok şeyi öğrenmişler; kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi...fakat çok basit bir şeyi öğrenenemişler:"İnsan gibi yaşamayı"

- Blaise Pascal

6 Ocak 2016 Çarşamba

Feminizm

Feminizm Kavramı ve Başlıca Feminizm Akımları


Kadınların dünyanın her yerinde baskı altında olması ve erkeklere bağımlı yaşamaları konusunu ele alıp tartışan bir kuram; tüm kadınları erkeklerin üstünlüğünden ve sömürüsünden kurtarmayı amaçlayan siyasal bir kuram ve pratik. Feminizm iletişim araştırmalarında genellikle erkek egemen söylemi ortaya çıkarma ve eleştirme  biçiminde giderek yaygınlaşan bir yaklaşımlar kümesini dile getirmektedir.
Ancak bu yaklaşımlar demeti içinde, yaklaşımların dayandıkları kuramsal ya da ideolojik temellerin farklılaşması nedeniyle tam bir uyum ya da bütünlükten söz etmek olanaklı değildir. Dolayısıyla iletişim çalışmalarında tek bir feminist yaklaşımdan değil, çeşitli feminizmlerden söz etmek daha doğru olacaktır.


1. Liberal Feminizm:

Liberal feminizm hem bir düşünce biçimi ve yaklaşımı, hem de  bir kuramdır. Bu yaklaşımda kadınların konumu, onlara eşit haklara sahip olmayışları ve kamusal yaşama katılmalarının engellenmesi ile ilişkilendirilir. Liberal feminizm, liberal siyasal düşünceden erkek ve kadınların aynı olduğu anlayışını miras alır. Liberal feministler için erkek ve kadın cinsleri birbirleriyle savaş hâlinde değildir ve erkeklerin ellerinde ne varsa onlardan vazgeçmeleri gerektiğini düşünmezler. Böyle olunca da toplumda devrim değil reform yanlısıdırlar.
Sadece biçimsel eşitliğin yeterli olmadığının farkına varıp kadınlara yapılan ayrımcılığın önüne geçecek yasaların çıkarılmasına ve kadınlara çalışma yaşamında haklar verilmesine çalışırlar. Diğer feminist kuramcılardan farklı olarak liberal feministlerin 18. ve 19. yüzyılda yaşamış öncüleri olmuştur. “Kadın Haklarının Bir Savunucusu” (1792) isimli eseri yazan Mary Wollstonecraft, 18. yüzyıl liberal feminist düşüncesinin en bilinen ismidir.

 2. Radikal Feminizm:


Radikal feminizme göre kadınların ezilmişlikleri toplumun temel bir sorunudur ve bu ezilmişliğin sorumlusu da ataerkilliktir. Radikal feministler Sigmund Freud’un ‘anatominin kader olduğu’ düşüncesinden ilerleyerek, kadınların ezilmelerini onların biyolojileriyle ilişkilendirirler: Cinsellik, üreme ve annelik. İstenmeyen gebelikleri önleme tekniklerinin yaygınlaştırılmasını ve kürtaj hakkını gündeme getirmişlerdir. Yeni üreme yöntemlerinin kullanılmasıyla, kadınların cinselliklerini ve yaşamlarını kendi iradeleriyle kontrol edebileceklerini savunmuşlardır. Bu çerçevede, kadın bedenini aşağıladığı için pornografiye ve fuhuşa karşı çıkmışlar ve  bu iki olgunun tecavüz olgusunu destekleyen araçlar olduğunu düşünmüşlerdir. Radikal feministler, kadınlar ve erkekler arasındaki biyolojik farklılıkları inkâr etmezler; ancak  bu farklılıklara atfedilen anlamları sorgularlar. Sorun kadınların biyolojik olarak anne olabilmeleri değil, anne olabilme kapasitelerinin kontrol edilmesidir. Radikal feministlerin bazıları erkek biyolojisini suçlar ve erkeklerin doğal olarak saldırgan olduklarını iddia ederler. Bu saldırganlık sonucu ortaya çıkan kadınlara yönelik şiddetin eleştirisi, radikal feminizmin feminist düşünceye en önemli katkılarından biridir.


3. Sosyalist ve Marksist Feminizm:

Sosyalist feminizm, Marx’ın çatışma kuramından hareketle geliştirilmiş olmakla birlikte, Marx’ın kendisi toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ilişkin pek az şey söylemiştir. Sosyalist feminizm liberal feminizmi, toplumda kadın - erkek eşitliğine düşmanlık besleyen son derece güçlü çıkar ilişkileri olduğunu göremediği için eleştirmiştir. Sosyalist feministler hem ataerkilliği hem de kapitalizmi ortadan kaldırmayı hedeflemişlerdir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin Marxçı bakış açısından bir açıklamasını vermeye çalışan kişi Marx’tan ziyade, onun dostu ve çalışma arkadaşı olan Friedrich Engels olmuştur.

Engels, kapitalist koşullarda maddi ve ekonomik etkenlerin kadınların erkeklere hizmet etmesinin zeminini hazırladığını, zira ataerkilliğin köklerinin (tıpkı sınıfsal baskı gibi) özel mülkiyette bulunduğunu ileri sürmüştür. Engels, kapitalizmin, servetin ve iktidarın az sayıdaki erkeğin elinde toplanmasına ek olarak, ataerkilliği yani erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliğini güçlendirdiğini savunmuştur. Kapitalizm, ataerkilliği kendinden önceki toplum düzenlerine göre daha fazla güçlendirir, zira eski çağlara kıyasla, artık ücretli çalışan, mülkiyet sahibi ve belli bir servetin vârisi olan erkeklere iktidar bahşeden muazzam bir zenginlik yaratır. İkincisi, kapitalist ekonomi, başarılı olabilmek için insanları - özellikle de kadınları - ihtiyaçlarının ancak sürekli bir mal ve hizmet tüketimiyle karşılanabileceğine inandırarak, birer tüketici olarak tanımlamak zorundadır. Son olarak, kapitalizm bakım ve temizlik gibi işler için evde karşılıksız kadın emeğine bel bağlar. Engels’e göre kapitalizm, erkekleri düşük ücretlere mahkûm ederek, kadınları ise bedava çalıştırarak sömürmüştür. Ev işleri için ücret ödenmesi konusu birçok feministin inançlarının önemli bir bileşenidir.

Sosyalist feministler, liberal feministlerin reformcu hedeflerini yetersiz bulmuşlardır. Ailenin yeniden yapılandırılması, “aile içi köleliğe” son verilmesi ve çocuk yetiştirmek için ortaklaşa yollar bulunması için çağrıda bulunmuşlardır. Pek çok sosyalist feminist, Marx’tan hareketle, bu hedeflere ancak herkesin gereksinimlerini karşılayacak şekilde tasarlanmış
devlet merkezli bir ekonomiyi yaratacak sosyalist bir devrim yoluyla
ulaşabileceğini ileri sürmüştür.

Seda Karagöz, Marksist Feminist Bakış Açısıyla Polisan Reklam Filmlerinin Eleştirisi'nden alıntıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder